Tohumun Hikayesi

2017 yılında onlarca çeşit ürünün tohumunu ABD’den aldık ve en çok tarım ürününü de ABD’den alıyoruz. Tohum ve tarımsal ürünlerde tam teslimiyet yaşanıyor:

1)2002 yılında 129 ton buğday tohumu ithal edilirken 2016’da 1 milyon 183 bin ton ithal edilmiş.

2)2002 yılında 784 ton mısır ithal edilirken, 2016 yılında 3 milyon 535 bin ton ithal edilmiş.

Her türlü nükleer saldırıya karşı dayanıklı Norveç’teki tohum ambarı olan ’’Felaket Ambarı’’ 775 bin çeşit tohum barındırıyor. Bu ambar 2008 yılında Uluslararası Gıda Örgütü’nün emrine devrediliyor. Uluslararası Gıda Örgütü’nün finans kaynağı ise Rockefeller Vakfı, Henry Ford Vakfı,  Syngenta Vakfı, Bill Gates Vakfı. Küresel güçler neden tohum bankasına ihtiyaç duyuyorlar? Bunlar Halep, Irak, Afganistan, Somali, Ruanda, Etiyopya, Kamboçya’daki tohum merkezlerine neden el attılar?  Çiftçilere yerel tohumların yerine neden bir sonraki hasat yılında kullanamayacakları ve kullanırlarsa yüklü ceza ödeyeceklerini tohum sözleşmelerini dayattılar? Ve yerel tohumlar neden Norveç’teki tohum ambarına yollandı? Ve bu küresel şirketler bir yandan tohum satarken bir yandan da neden toprakları kısırlaştırdılar?

ABD askeri olarak müdahale ettiği ülkelerde tarımsal müdahalelerde bulundu. Tarım ilaçları satan firmalar ile tohum satan firmalar aynı çatı altında idiler, siyasal iktidarlara da tohum yasaları çıkarttırarak yerel tohumu yok etme pahasına, etkilerini artırdılar. Sonuçta ‘’ tohuma kimi sahip kılar iseniz, çiftçiye de onu sahip kılabilirsiniz’’. Ülkemizde de 2006 yılında çıkarılan ‘’Tohum Kanunu’’  ile 2004’te yasalaşan tohum ıslahı ile ilgili küresel şirketleri güvenceye alan kanunun devamı sağlandı. Böylece bu şirketler devlet eli ile korumaya alındı. Ve böylece köylünün binlerce yıldır ürettiği tohumun ticareti ve kullanımına engel konuldu ,  ceza öngörüldü. 2007 yılında Türkiye Uluslararası Yeni Bitki Çeşitleri Koruma Birliği (UPOV)’ne üye oldu. Bu şu demekti:  Küresel şirketlerin tohum üzerindeki tekel olmasını sağlamak yolunda bu şirketlere güvence sağlamaktı. Bitki üzerinde gen değişimi ile patent alacaklar ve mülkiyet onların olacaktı. Bu da gıda işgali demekti. Türk çiftçisine artık sen kendi tohumunu kullanamazsın denilerek Anadolu’nun zengin biyo çeşitliliğinin yok edilmesi demekti bu.

IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vasıtası ile gelişmekte olan ülkelere tarım ve gıda üzerinde yıkıcı etkileri olan uyum programları dayatılarak patent hakları ile tohum alanını ele geçiriyorlar. Tohumumuzu koruyan Tarımsal Araştırma Genel Müdürlüğü’ne bağlı enstitüler ve Tarımsal işletmeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı çiftliklerde gerçekleştirilen faaliyetleri yürüten kamusal sistem lağvedilerek geleneksel tarım ‘’tarım teknolojisi ‘’ adı altında küresel şirketlerin eline teslim ediliyor. Bu şirketler ise tohumu, kimyasal ilacı, petrolü, finansı, krediyi elinde bulunduranlar.

Başta ise  ; ‘’Dünya İmparatoru’’ ve  ‘’Yeni Dünya Düzeni’’ kavramlarının mucidi Rockefeller. Amaçları uyum adı altında ‘’yalnızca ekonomiyi değil, aynı zamanda kırsal toplumların gelenek ve kültürlerini dönüştürmekti. Çin’de, Meksika’da, Türkiye’ de Rockefeller’in şirketlerinin programları çok yoğundu. 1943 geliştirdikleri ilk hibrit buğday  için bu tarımsal dönüşümü işaret eden ‘’Yeşil Devrim’’ kavramını kullandılar.  Bu devrim yalanının arkasında ülke ve insanları kendilerine bağımlı kılmayı amaçlayan bir strateji mevcut. Verimli tohum aldatmacası ile geleneksel tohumun yerine laboratuvarda yaratılan melez/ hibrit tohumu satmak ve kendilerine bağımlı hale getirmek.

Doğal evrimin sonucu milyonlarca yılda oluşan yapıların, laboratuvarlarda her geçen gün daha fazla gen transferleri yaparak değişikliğe uğratılması sonucu genetik kirliliğin vücudumuzda yarattığı tahribatları her birimiz acı da olsa yaşamaktayız. Bu yeni genleri vücudumuzdaki mekanizmalar tanımıyor çünkü.

İlk defa 1919 yılında Macar Karl Ereky tarafından ‘’Biyoteknoloji’’  terimi  ortaya atıldıktan sonra DNA moleküllerinin nasıl faaliyete geçerek organizma ürettikleri konusunda çalışmalar hızlandı. Rockefeller Vakfı destekli araştırmalar ise 1930’ lu yıllardan sonra ‘’Moleküler Biyolojinin’’ ortaya çıkmasını sağladı. O dönem Harvard Üniversitesi’nde ‘’genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ‘’ üzerine araştırmalar yürüttükleri iddia ediliyor.

GDO ise bitkinin bir geni ile oynadığınızda tüm genleri arasındaki ilişkileri bozmanız anlamına geliyor. GDO’lu gıdaların vücutta nasıl işlendiği araştırıldığında bu gıdaların sahip olduğu DNA parça genlerin, kan dolaşımına geçtiği saptandı.

Diğer yandan işin politik tarafına bakıldığında Türkiye boyutunda, tarımın siyasi stratejinin en önemli silahlarından olduğunu görüyoruz. ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından tarım, petrol politikası ile beraber ABD stratejisinin en önemli silahı olarak görüldü. O’na göre insanları gıdaya bağımlı hale getirmek kendilerine bağımlı hale getirmenin temel koşuluydu. Bu sebeple sözde dünya açlığını gidermek amacı ile ‘’NSSM 200’’ adı altında Rockefeller’in isteği ile bir proje başlattılar.

İlk adım Hindistan’da hibrit mısır ile atıldı. Hindistan Ziraat Araştırmları Konseyi ile islah çalışmaları başlatıldı. Karayipler, Orta Amerika ve Tayland projelerin uygulandığı ülkeler oldu.  Hindistan’da ilk yıl verim alınamadı bunun sebebi ise kimyasal ilaç kullanılmaması idi. Hibrit tohumlar ilaçsız mahsul vermiyordu çünkü. Sonrasındaki yıl çok iyi verim alındı. Ve bunun ardından Hindistan o yıl dünyanın en büyük tohum alımını gerçekleştirdi (18 bin ton buğday 2.5 milyon dolar).

Tohum çok stratejik bir öneme sahipti.  Irak’ta kuraklık sonrasında 73 bin ton buğday ve 22 bin ton arpa Meksika ve ABD’den ithal edildi. Bu tohumlar cıva içerdiğinden 1971 yılında Irak’ta tahıl zehirlenmesi oldu. Oysa İsveç ve İngiltere bu nedenle bu tohumların ülkelerine girişini yasaklamışlardı. Bu tohumlar bilerek çok düşük fiyatla Irak’a satılmıştı çünkü sosyalist Baas Partisi ülkesinde petrolü millileştirmişti. Bu tahılları tüketen yüzlerce insan ve verimli sığır zehirlenip can verdi. Irak bu gün cıva nedeni ile  en yüksek Parkinson hastalığı oranına sahip ülke . Neticede bağımsızlık taraftarı her ülke bir şekilde kontrol edilmeliydi gıda ile de olsa.

Rockefeller  ve Henry Ford aracılığı ile Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası da işin içine sokuldu. Afrika Yeşil Devrim İttifakı (AGRA) kuruldu. Bu projenin başında BM eski genel sekreteri Kofi Annan vardır. Bu vakfın yönetim kuruluşunda Rockefeller Vakfı ve Bill Gates Vakfı yöneticileri bulunmaktadır. Bu projenin finans kaynağı da bu vakıflar. Ve proje Afrika’da 16 ülkede faaliyette. Slogan ise hep aynı yalandan ibaret ‘’geleneksel tarımı bırakıp kaliteli hibrit tohumla tanışın’’ yalanı. Bu uçsuz bucaksız topraklar yabancı yatırımcıların elinde.  Başı ABD çekiyor, iç savaşla ikiye bölünmüş Sudan’da Güney Kore 99 yıllığına 1.5 milyon hektar toprağı kiralamış durumda. Amaç açlığı gidermek değil tekelleşerek dünyayı kendine bağımlı hale getirmek.

Hibrit tohum üreme kapasitesine sahip olmadığından her yıl patenti elinde bulunduran küresel şirketlerin kapısını çalmak zorundasınız. Türkiye’de de hükümet tarafından çıkarılan ‘’tohumculuk Yasası ‘’ ile sertifikalı tohuma mecbur ediliyor üretici.  Ülkemizde 1974 yılında Ulusal Tohum Gen Bankası kurulmasına rağmen günümüzde kendi tohumunuzu kullanmanıza izin vermiyorlar.

Üretim artışı ile açlık yok edilecek denilerek IMF-Dünya Bankası aracılığı ile dayatmalar neticesinde açlığın her geçen gün daha arttığı gözlemleniyor.1970 te dünyada açların sayısı 460 milyon iken bugün 1.4 milyar.  Verim artmıyor azalıyor bu tohumlarla. ABD hibrit soya verimini % 6 artırırken Fransa yerel tohumu ile soya verimini % 166 artırmış. ABD de   hibrit tohumla pamukta % 9 verim artmışken Türkiye’de yerel tohumla pamuk verimi % 31 artmış.

Hibrit tohum  gideri yanında, gübre, kimyasal  ilaç, makine ve bol su giderlerinizin yanında kimyasal zehirlenmeye maruz toprağın verimliliğinin düşmesi de cabası. Verimi artırmak için kullandığınız ilaçlar hem toprağı, hem bitkileri, hem hayvanları hem de insanları zehirlemekte. Bitkisel çeşitlilik günden güne azalıyor. Ayrıca bu amaçla kullanılan ’’ pestisit’’ ler sadece bitkiye yapışıp kalmıyor havaya da karışarak da canlıları zehirliyor. Ülkemizde kullanılan tarım ilacı aşılmaması gereken üst sınırın 50 kat üzerinde. Örneğin tarımsal bir böcek ilacı olan ‘’klorpirifos’’  bebek ve çocuklarda nöro-davranışsal gelişim bozukluğuna sebep olması nedeni ile 2015 yılında AB ülkelerinde yasaklanmasına rağmen 2017 yılında Türkiye’de artış göstermiş kullanımı. Bu bozukluklar disleksi, hiperaktivite, dikkat eksikliği, otizm v.s.

2009 tarihli çıkarılan yönetmeliklerle ülkemize GDO’lu yemlerin girişi serbest hale getirildi. GDO hayvandan insana geçebiliyor. Genetiği değiştirilmiş ürünler ‘’glüten’’ olgusuna vurgu yapılmasına neden oldu. Çünkü glüten birçok gıdada kullanılıyor. Değişime uğramış bitkilerdeki glütenin yapısı çok tehlikeli. Çölyak hastalığının yanında birçok hastalığın artışının bu derece olmasının sebebi bizi zehirleyen glüten. Diğer taraftan genetiği değiştirilmiş buğdayın glisemik endeksi çok yüksek olduğundan kan şekerini hızla yükseltiyor. Diyabetli kişilerin sayısındaki artış dikkat  çekici .Obezite 3 diyabet  4 kat artmış 1970’ lerden bu yana. Glüten bağımlısı insanlar olarak yavaş yavaş öldürülüyor .

Türkiye   hibrit tohumları nereden alınıyor:

-Fasulye tohumu Şili, Tayvan, Çin’den

-Bakla Çin’den

-Tanzanya’dan salatalık ve barbunya tohumu

-Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Romanya, Hırvatistan, Sırbistan ve İsviçre’den buğday tohumu

-Arpa Hırvatistan’dan

-Patlıcan Peru ve Pakistan’dan

-Bezelye Zimbabwe’den

-Patates Lülsemburg, Danimarka’dan

-Mısır tohumu Sudan ve Yunanistan

-ABD’den kusu fasulye, mercimek,  nohut, bezelye, buğday, mısır, ayçiçeği, pamuğu alıyoruz.

-İsrail’den biber, turp, marul, soğan, domates, kabak, ayçiçeği, buğday, kavun, karpuz ce çiçek tohumları alıyoruz.

İthalatımız o kadar çeşitli ki saymakla bitmiyor.

1980 yılında tarım ihracatı 25 milyar dolar ithalatı ise sadece 50 milyon dolar iken bu gün Tarım ithalatımız yaklaşık 15 milyar dolar. GDO ‘lu soya cenneti ülkelerden yılda 2.3 milyon ton soya ithal ediyoruz. Dünya tarım devi Hollanda’nın yüzölçümü kadar tarımsal alanı ekmeyerek nadasa bırakıyoruz. Birçok tarımsal üretim alanı arazi birleştirmelerle yabancılara ait ülkemizde.

Önce  ekmeğimizi  bozdular, bozanlar ise Rockefeller gibi ‘’ölüm imparatorları’’. Ekmeğe konan katkı maddeleri :

-Unu beyazlatmak için kullanılan E928-E924

-Küflenmeyi önlemek için kullanılan E282

-Suni tatlandırıcı –kıvam artırıcı E420

-Başta domuz kılı, tavuk tüyü ve insan saçından yapılan E920 (L-Sistein).

2010 yılında genetiği değiştirilmiş maya ve bakterinin de ithalatına izin verildi.2017 yılında Adana ‘daki fırınların % 80’ine ürün veren firmanın ekmek katkı maddesinden GDO’lu soya çıktı. Sonrasında fırıncılara soruşturma açıldı, oysaki GDO’yu üreten ve dışarıdan ithal eden fırıncılar değildi.

Sonuçta hiçbir katkı içermeyen Anadolu’nun ekmeği bunlara yenildi.

Ülkemizde siyasal iktidarların boyun eğmesi ile türlü aldatmacalarla tercih edilen hibrit ve GDO’lu  tohumların piyasaya girmesi ile yerel tohumların kaderi değişti..1948 yılından itibaren ülkemize Marshall yardımları başladı. Bu yardımlar kapsamında genetiğine müdahale edilmiş buğdaylar Anadolu’ya yayıldı ve atadan kalma buğdaylarımız yok edilmeye başlandı böylece. Öncesinde Anadolu ‘’Tahıl Ambarı’’ idi 23 yabani ve 400’den fazla kültüre alınmış buğdaya çeşidine sahipti. Güneydoğu Anadolu  tarihte buğdayın ilk evcilleştirildiği  yerdi , buradan dünyaya yayıldı. Tarımsal Araştırma Enstitülerimiz neden kapatıldı? 2001 yılında 49 milyon dolar olan buğday ithali  bugün 2 milyar dolara ulaşmış  durumda.

Üretim maliyetlerindeki artış ile zarar eden buğday üreticisi gümrük vergilerindeki devasa düşüş ile ithal edilen ürüne yenik düşürülüyor. Öyle ki Bakanlar Kurulu kararı ile buğday ve çavdarın gümrük vergisi % 130’dan %8 ‘ e, mısırda % 130 olan vergi  % 35’e ve yulafta ise sıfıra düşürülüyor. Neden? Köylü üretmesin diye.

Savaş ve felaket dönemleri için Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından depolanan buğday IMF’nin ’’ stok politikasını terk et’’  emri ile çok ucuza elden çıkarılmış durumda. Bu olayın sonrasındaki yıl Türkiye’de kuraklık nedeni ile üretim düşünce gümrük vergisi derhal düşürülerek 2006 yılında 240 bin ton olan buğday ithalatı, 2007 yılında 2.1 milyon ton, 2008 ‘de 3.7 milyon ton, 2011’de ise 4.7 milyon tona çıkmış, çıkarılmış. Bizans’tan Osmanlı’ya ülkenin tarım ihtiyacının karşılanması devletin güvenliği açısından en önemli kriterdi.  Bu teslimiyetin  çok vahim sonuçları olacaktır.. Ülkedeki un fabrikaları git gide azalmakta ve büyük kuruluşlar da yabancılar tarafından satın alınmakta.

Türkiye’deki sertifikalı tohum 2002 yılında 145 bin ton iken 2016 yılında 957 bin tona ulaşmış.1980 yılında üç tohum firması varken bu gün önde gelenleri yabancı olmak üzere 660 şirket mevcut.2018 yılı itibarı ile 5 dönüm üzerinde üretim yapan çiftçi ancak sertifikalı tohum kullanırsa tarım desteği alabilecek.

Küresel tohum imparatorlukları ABD  ve AB’nin elinde şu an. Şirketleri ise:

-ABD Monsanto

-ABD Dupont

-ABD Dow Agrosciences,

-İsveç  Syngenta

Dünya tohum pazarı 50 milyar dolar civarında. Ve sebze ve meyve de  dahil  olmak üzere dünya tarımının % 90’ı bu firmaların kontrolünde. Hatta tohum kimyasal ilaçlarının üreticisi ve satıcısı da bu firmalar.

Ayrıca her gün açlık oranı yükselirken 1.3 milyar ton gıda çöpe gidiyor. Her gün 5 yaş altı 20 bin çocuk yetersiz beslenmeden ölüyor. ‘’Yeni Dünya Düzeni ‘’ dedikleri bu düzendir.

Dünya tarım piyasasına hakim altı küresel şirketin hepsinde Rockefeller’in hissesi mevcut.

  • BASF –Almanya 4-Dow Chemical-ABD
  • Bayer-Almanya 5-Monsanto-ABD
  • Dupont-ABD 6-Syngenta- İsviçre .

Bu şirketler ;  GDO’lu tohum pazarının % 100’üne, ticari hibrit tohum pazarının % 63’üne, GDO araştırmalarının % 75 ine ve zararlı organizmaları yok etmek için satılan kimyasal maddelerin % 76’sına hükmediyor. Yıllık gelirleri 65 milyar dolar. Üstelik rekabet etmeyip birleşiyorlar birbirleri ile.

Amaçları:

1-Tohum satmak

2-Tohumlarını ekenlere gübre-ilaç satmak

3- Tohumlarını ekenlere petrollerini satmak

4-Parası olmayanlara kredi vermek, borçlandırmak

5-Bu tarımın yol açtığı hastalıklar için ilaç satmak

Peki bu hastalık saçan ‘’ölüm tohumlarını’ ’ dünyadaki tarlalara yaymalarının sırrı ne?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

x-Saklı Seçilmişler-Soner Yalçın